BRSHH Başhekimi Doç. Dr. Erhan Kurt, toplum-aile tutumları ve eğitimin Sosyal Fobi’nin (Utangaçlık Hastalığı) oluşumunda önemli bir faktör olduğunu söyledi.
Türkiye ve dünyada farklı oranlara görülen Sosyal Fobi (Utangaçlık Hastalığı) sosyal ortamlarda ve kişisel performans gerektiren durumlarda, başarısız olacağı, aşağılanacağı ve utanılacak şekilde davranacağına ilişkin, kişinin aşırı ve sürekli korku duyması olarak tanımlanıyor.
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi (BRSHH) Başhekimi Doç. Dr. Erhan Kurt, toplum-aile tutumları ve eğitimin Sosyal Fobi’nin (Utangaçlık Hastalığı) oluşumunda önemli bir faktör olduğunu söyledi.
Sosyal Fobi’nin sosyal ortamlarda ve kişisel performans gerektiren durumlarda, başarısız olacağı, aşağılanacağı ve utanılacak şekilde davranacağına ilişkin, kişinin aşırı ve sürekli korku duyması olarak tanımlandığını belirten Kurt, “Bu yüzden Sosyal Fobik kişi bu tür ortamlara girmekten kaçınmakta, girmemekte, eğer girerse huzursuz olmaktadır. Eğer kaçma ve kaçınma davranışı iş-özel-sosyal yaşamı olumsuz etkiliyorsa Sosyal Fobi teşhisi konulmaktadır” dedi.
Farklı toplumlarda yaygınlığının yüzde 5-15 civarında bulunduğunu ifade eden Kurt, “Sosyal Fobi aynı aile içinde ve ikizlerde daha sık görülmektedir. Bu nokta da genetik, biyolojik nedenlere çevresel (toplum-aile tutumları, eğitim) etkenlerin eklenmesiyle oluştuğunu söyleyebiliriz” dedi.
Araştırmaların hastalığın Türkiye ve dünyada farklı oranlarda görüldüğünü gösterdiğini de hatırlatan Kurt, şöyle devam etti: “Çünkü bazı toplumlarda utangaçlık ve çekingenlik desteklenen ve tasvip edilen bir durumdur. Ülkemizde ‘ne kadar uslu çocuk’, ‘ne kadar ağırbaşlı genç’, ‘ne terbiyeli hiç sesi çıkmıyor’ cümleleri hepimizin kulağına çalınmıştır. Ülkemizin batı ve doğu coğrafyasında farklı tutumlar olduğu gibi Dünyanın bize göre doğu ve batısında da farklı tutumlar ve gelenekler Sosyal Fobi oluşumuna zemin hazırlamakta veya önleyici olmaktadır. Örneğin Japonya’da normal kabul edilen bir davranış ABD’de Sosyal Fobik bir davranış yani hastalık olarak kabul edilebilmektedir.”
Belirtilerinin ergenlik döneminde (15-25 yaş) başladığını, hastaların genellikle hep böyle bir insan olduklarını dile getirdiklerini aktaran Kurt, “Tedavi başvurusu sorun başlangıcından ortalama 10 yıl sonra olmaktadır. Bunun önemli bir nedeni bu durumun bir hastalık ve tedavi edilebilir bir durum olarak bilinmeyişi olabilir” dedi.
Sosyal Fobik insanlar reddedilecekleri ve utanılacak duruma düşecekleri ortamlara kendilerince doğru kabul ettikleri bazı düşüncelerle girdiğini belirten Kurt, Sosyal Fobik kişilerin bu olumsuz düşüncelerle dikkatlerini kendi üzerlerine yönlendirdiğini, sadece kendi düşünceleri ve bedensel belirtileriyle meşgul olduklarını açıkladı.
Hastalığın belirtilerinin diğer kaygı bozukluklarının belirtilerine benzediğini hatırlatan Kurt, “En sık bedensel belirtiler; çarpıntı, terleme, gerginlik, ağız kuruluğu, yüz kızarması ve midede rahatsızlık hissidir” dedi.
Kalabalık önünde konuşmak, başkalarıyla birlikte yemek yemek, başkalarının önünde yazı yazmak ve toplu taşıma araçlarıyla seyahat gibi durumların Sosyal Fobikler için en sıkıntı verici konular olduğunu vurgulayan Kurt, şunları kaydetti: “Sosyal Fobi birçok psikiyatrik hastalıkla birlikte görülebilmektedir. Depresyon, Agorafobi, Yaygın Anksiyete Bozukluğu, Alkol ve madde kötüye kullanımı, intihar en sık birlikte görülen durumlardır. Alkol ve madde kötüye kullanımı 2-3 kat artmaktadır, çünkü kendi kendini tedavi edici araçlar olarak kullanılmaktadır.”
“Tedavinin en önemli ayağı bu durumun bir ‘huy’ ya da kişilik özelliği değil hastalık olduğunun kavranmasıdır” diyen Kurt, “Günümüzde pek çok ilaç sosyal fobi tedavisinde kullanılmaktadır ve başarılarını ispat etmişlerdir. “En etkili terapi yöntemi diğer kaygı bozukluklarında olduğu gibi Bilişsel Davranışçı Terapi’dir. Bunun bir parçası olarak Sosyal Beceri Eğitimi uygulanması gereken yöntemdir” diye konuştu.