Kansere yakalanmaktan herkes korkuyor. Kanser olduğunu öğrenen kişi şoka girebiliyor ya da hastalığını inkar edebiliyor.
İnsanların genellikle bedenlerinin ihanetine uğramış gibi hissettiklerini söyleyen Liv Hospital Klinik Psikoloğu İrem Can Esenkaya “Kanser olduğunu öğrenin kişi öfkesini kendisine, ailesine ya da tedavi ekibine yansıtabilir. Bu bilinmezlik içinde yapılan davranışlar hem bu uzun maratonda hasta ile olan ilişkilerin gerilmesine, zaman zaman evliliklerin dahi bitişine sebep olabilirken, hem de bakım veren kişilerin zaman içerisinde depresyona girmesine sebep olabilir” diyor.
KANSER OLAN KİŞİYE HASTALIĞI NASIL SÖYLENMELİ?
Kanser tanısı almak kişide oldukça yoğun duygusal tepkiler uyandırır. Tanıyı söylerken gerçekçi olmak, durumu olduğundan daha iyi ya da daha kötü göstermemek ve bununla beraber hastaya tedaviye uyum sağlaması için umut vermek esastır. Kanser hastasıyla durumun nasıl paylaşılması gerektiği, hastaya bağlıdır. Hastaya tanısı doktoru tarafından söylenmelidir. Hasta isterse bir yakınının da kendine eşlik edebileceği belirtilmeli ve konuşmasının yarım kalmayacağı ya da bölünmeyeceği bir mekan seçilmelidir. Tanıyı söyleyen kişinin hastanın konu ile ilgili ne kadar bilgisi olduğunu değerlendirmesi gerekir. Doktor hastanın test sonuçlarını anlayıp anlamadığından emin olmalıdır. Eğer hasta test sonuçlarından haberdar değilse, bu konu üzerinde bir miktar zaman harcanmalıdır. Bundan sonra hastaya ne anladığı sorulmalı ve hastalığı hakkında bilgisi var mı diye araştırılmalıdır. Bundan sonraki her adımda doktor hastanın durumu öğrenmeye ne kadar hazır ve istekli olduğunu tartmalı ve buna göre hareket etmelidir. Tıbbi terimler kullanmadan ve açık bir dille konuşmaya özen gösterilmelidir. Bu evre hastanın ileride doktora olan güveninin sarsılmaması için önemlidir. Hasta tanısını öğrendikten sonra donup kalabilir, öfkelenebilir, inkar edebilir ya da ağlayabilir. Bu tepkiler normaldir. Burada hasta yeni bir bilgi alabilecek duruma gelene kadar beklenmesi ve daha sonra hasta ve yakını ile beraber ileride neler yapılacağını belirlemek önemlidir. Bu aşamaya yakınların dahil edilmesi, hastanın şok tepkisi dolayısıyla kaçırdığı şeyleri aklında tutacak birisi olması açısından önemlidir. Tanıyı söylerken hastaya yeterince zaman ayırmak ve her verilen bilgiyi müteakip hastanın durumu anlayıp anlamadığını kontrol ederek gitmek gerekir.
KANSER OLMUŞ BİR EBEVEYN ÇOCUĞUNA BUNU NASIL AÇIKLAMALI?
Öncelikle çocuğun yaşına ve zihinsel kapasitesine uygun bir paylaşım yöntemi seçilmelidir. 5 yaşındaki bir çocuğa sadece ebeveyninin hasta olduğu söylenmesi yeterli olabilecekken, 14 yaşındaki bir ergene bu hastalığın kanser olduğu söylenebilir. Kanser olan ebeveyn hastalığını çocuğuna basit bir şekilde anlatmalıdır. Çünkü çocuklar kafalarında bir boşluk olduğu zaman bunu internetteki ya da kulaktan dolma bilgilerle tamamlayıp durumu olduğundan farklı düşünebilirler. Belirsizlik çocukları korkutabileceği için bundan sonra hayatın nasıl bir düzende ilerleyeceği çocuklarla paylaşılmalıdır. Bu dönemde sordukları sorulara cevap verilmeli, cevabı bilinmeyen sorulara ise “Bilmiyorum” denmelidir.
KANSER HASTALIĞINI ÖĞRENEN KİŞİNİN O ANKİ RUH DURUMUNU NASIL ÖZETLERSİNİZ?
Kansere verilen tepki kanserin özelliklerine, hastanın kişilik özelliklerine ve hastanın hastalığa bakış açısına göre değişir. Bununla beraber en sık rastlanan tepki “şok olmak” ya da “inkar etmek”tir. İnsanlar genellikle “Bedenlerinin ihanetine uğramış gibi hissettiklerini” söylerler. İlk dönemde kendi bedenine yabancılaşma duygusu da yaşanabilir. Bu inkar evresinden sonra öfke, kaygı ve depresyon gibi duygular kendini göstermeye başlar. Kişi bu öfkesini kendisine, ailesine ya da tedavi ekibine yansıtabilir. Hastalığın ve tedavi sürecinin belirsizliğinin getirdiği kaygı ve devamında da depresyon sıklıkla ortaya çıkan tepkilerdir.
KANSER TANISI ALAN KİŞİ NASIL BİR PSİKOLOJİK SÜREÇTEN GEÇİYOR?
İlk dönemde şok, inkar gibi duyular geliştiren hasta daha sonraki dönemde kaygı ve depresyon belirtileri gösterebilir. Bu süreç içerisinde isyan ve öfke duyguları da görülür. Kanserli kişi daha önce zevk aldığı aktivitelerden zevk almaz hale ya da bunlara ilgi duymaz hale gelmişse, iç sıkıntısı hissediyorsa, ağlama isteği geliyorsa, az ya da çok uyumaktan şikâyetçiyse, agresifleştiyse, kontrolsüzce yemek yiyor ya da hiçbir şey yemiyorsa, konsantre olmakta zorlanıyorsa, unutkanlık yaşıyorsa, baş, boyun, sırt ağrıları varsa, evliliğinde ya da sosyal ilişkilerinde problemler baş gösterdiyse, kendisini sürekli gergin veya huzursuz hissediyorsa, içine kapandıysa ve bu belirtiler 15 gündür varsa bir uzmana başvurulmalıdır. Ayrıca alkol ve ya madde kullanımı ve intihar düşünceleri olduğunda da vakit kaybetmeden bir uzmana danışılmalıdır.
HER KANSER HASTASI PSİKOLOJİK TERAPİ GÖRMELİ Mİ?
Her kişinin başa çıkma becerisi ve kanser tanısı almadan önceki dönemdeki sorumluluk ve sıkıntıları farklı olduğu için, her kanser hastasının kesinlikle psikolojik terapiye ihtiyacı var diyemeyiz. Bununla beraber, cerrahi girişim öncesi ve sonrası dönemlerde yapılan klinik psikolog görüşmeleri, artık uluslararası standartlarda kabul görmüş tedavi süreçlerine dahildir ve hastanın gelecekte terapi desteğine ihtiyacı olup olmayacağını erken dönemde teşhis etme ve gerekli müdahaleyi zamanında yapma olanağı sağlar. Bunun yanı sıra grup terapilerinin de etkili olduğu araştırmalarla kanıtlanmıştır. Hem bireysel terapiye devam eden hastalar, hem de bireysel terapi desteği almayan hastalar grup terapilerine dahil olabilirler. Aynı süreçlerden geçen kişiler arasındaki paylaşım ve karşılıklı destek alıp verme süreci, kanserli kişiye çevresinin verdiği destekten daha farklı ve aynı sıkıntıları yaşayan kişilerle paylaşıldığı için hastanın anlaşıldığını daha çok hissettiği bir süreç olabilir.
KANSERLİ HASTAYA NASIL DAVRANILMALI?
Aileden bir bireye ya da kişinin bir yakınına hastalık teşhisi konulduğunda, hasta ile beraber yakınlarını da uzun süren bir maraton bekler. Çoğu kişi bu süreçte hastaya nasıl davranması gerektiğini ve kendi için neler yapması gerektiğini bilemediğinden yakınır. Bu bilinmezlik içinde yapılan davranışlar hem bu uzun maratonda hasta ile olan ilişkilerin gerilmesine, zaman zaman evliliklerin dahi bitişine sebep olabilirken, hem de bakım veren kişilerin zaman içerisinde depresyona girmesine sebep olabilir.
Duyguları konuşun: Hastalık teşhis edildikten sonra, hasta yakınları kendilerini ne diyeceklerini bilemez bir durumda hissedebilirler. Yaşanan kaygının çok yüksek olması kişilerin duygusal anlamda donup kalmasına sebep olabilir. Bu aşamada duyguların konuşulmasını elverişli bir zemin hazırlamak önemlidir. Herkesin duygularını ifade etmesi, gerek hastaya gerekse hasta yakınına iyi gelecektir.
Hastaya sorun: Cerrahi girişimden sonra eve dönüldüğünde, evdeki herkes kendince hastaya iyi geleceğini düşündüğü bir şeyler yapmaya başlar. Bu aşamada hastanın kendisine nelerin yapılması tercih ettiği neleri etmediği açık açık sorulmalıdır. Hastanın istekleri tedavi seyri boyunca değişiklik de gösterebilir. Bir dönem yakın desteğe ve sohbet etmeye çok ihtiyaç duyan bir kişi, ağrısı olan ya da çok yoğun bir ilaç tedavisi uygulanan dönemlerde yalnız kalmayı seçebilir.
İş bölümü yapın: Her aile bireyinin hasta için yapabilecekleri birbirinden farklıdır. Hasta yakınlarının kendi becerilerine göre iş bölümü yapması herkesin daha verimli olmasına yardımcı olur. Maddi işlerde iyi olan birisi, hastalık süresince organizasyon ve muhasebe takibi yaparken, ev işlerini seven birisi hasta kişinin evindeki yemek ve temizlik düzeninden sorumlu olup, çocukların yakın hissetiği birisi onların okul dışı aktivitelerini takip edebilir.
Kaynaklarınızı doğru kullanın: Kronik hastalıklar bir kere teşhis edildikten sonra ömür boyu takip ve tedavi gerektirirler. Bu sebeple hasta yakınları kendi öz kaynaklarını çok doğru kullanmalıdırlar. Aksi takdirde yarı yolda kendilerini tükenmiş ve güçsüz hissedip, kendileri desteğe muhtaç duruma gelmeleri ya da hastaya karşı öfke hissetmeleri kaçınılmaz olur. Hasta yakınları kendilerine özel zamanlar ayırmalıdır. Hastadan ayrı yapılan, yürüyüş, sinemaya gitme, arkadaşları ile buluşma, dışarı yemeğe gitme gibi aktiviteler hasta yakını için adeta bitmiş bir pili sarj etmek olacaktır.
Öğüt vermeyin: Hastaya “şu yemeği yemek çok iyi gelir”, “şunu asla yapma”, ya da “üzülme, üzüntü kansere en kötü gelen şeydir” gibi öğütler vermekten kaçının. Bu öğütler hastada “yeteri kadar iyi değilim” duygusunu perçinler ve işe yaramaz.
Hastayı tek bir role sıkıştırmayın: Hastalar teşhislerini aldıktan sonra, hasta yakınları onu başka işlerle “yormamak” için hastanın üstündeki rolleri birden fazlasıyla sahiplenebilirler. Bu tavır zaman içerisinde hastayı yetersizlik hissi ile ve sadece hastalığı ile baş başa bırakır.
Karşılaştırma yapmayın: Herkesin hastalık ve iyileşme süreci tektir ve kendine özeldir. Her birey aynı süreçlerden de geçse bu süreçlerde farklı duygular yaşar ve farklı fiziksel sıkıntılar çeker.