Türkiye’yi çocuk felci aşısıyla tanıştıran ve 40 yıldır Sağlık Bakanlığı’nın aşı ve serum tedarikçisi olan Keymen, Çin ve Hindistan’dan getirdiği hammaddelerden ilaç üretiyor. 21 milyon lira olan cirosunu 50 milyon liraya çıkarmayı hedefleyen Keymen İlaç, en hızlı büyüyen 25 şirket arasında yer alıyor.
Reçetesiz ilaç pazarında faaliyet gösteren aile şirketi Keymen İlaç, 40 yıldır Sağlık Bakanlığı’nın aşı ve serum tedarikçisi. Keymen İlaç’ın hikayesi, aynı zamanda doktor olan Mustafa Topal’la 1960’lı yıllarda başlıyor. 50’li yılların sonunda aşı sıkıntısı yaşayan Türkiye’nin bu sorununa çare bulmak için araştırma yapmaya başlayan Dr. Mustafa Topal, Yugoslavya ve Rusya’da ucuz ve kaliteli aşılar olduğunu görüyor ve oradaki üreticilerle anlaşma yapıyor. Girdiği ihaleleri alarak aşı ve panzehir konumunda Sağlık Bakanlığı’nın en önemli tedarikçisi konumuna geliyor. İlk çocuk felci aşısını Türkiye’ye getirdiklerini anlatan Keymen İlaç Genel Müdürü ve babası gibi doktor olan Mutlu Topal, 11 yaşından beri ilaç sektörünün içinde. Dr. Mutlu Topal’la şirketin hikayesini, hedeflerini, sorunlarını ve ilaç sektörünü konuştuk.
İlaç pazarında özellikle de aşıda söz sahibi bir aile şirketisiniz. Keymen İlaç’ın hikayesini anlatır mısınız?
Ankaralı bir aileyiz. Doktor olan babam 1960’lı yıllarda Türkiye’nin çocuk aşıları ihtiyacı karşılamak üzere işe adım atmış. Tıbbi cihaz ve ilaç hammaddeleriyle başlamış zamanla işi geliştirmiş. O zamanlar ilaç sektörü çok küçük, fazla oyuncu yok, yabancı hakimiyeti var. Babam ilk zamanlar eski komünist ülkelerde temel sağlık hizmetlerinin ucuz etkili ve güvenilir olduğunu öğreniyor ve oradan aşı getirmeye başlıyor. Uygun fiyatlı kaliteli aşılar Türkiye’ye giriş yapmaya başlıyor böylece. 1966 yılında ilk çocuk felci aşısı Türkiye’ye geliyor ve bu iş hâlâ bizde. Üretim teknolojileri ve hakları değişti zaman içinde ama bugün aynı mikroptan üretilen aynı aşıyı çocuklarımıza kullanıyoruz. 1973 yılından beri faaliyetlerimizi sürdürüyoruz. Aşılar, serumlar, ilaçlar, ilaç hammaddeleri ile tıbbi cihazların ithalatı, yurt içi satışı ve dağıtımına devam ediyoruz.
Türkiye’nin aşı ihtiyacını karşılıyordunuz yani…
Babam Türk-Çin Halk Cumhuriyeti arasında diplomatik ilişkiler oluşturup ilk ticareti başlatanlardandır. Oralardan ilaç ve tıbbi cihazlar getiriyorduk. 1973 yılında bir yasa çıktı ve ilaç ithalatının sadece ecza depoları tarafından yapılmasına izin verildi. Keymen de ecza deposu olarak o zaman kuruldu. Ecza deposu faaliyetlerini sürdürdük tıbbi cihaz ve ilaç hammaddesi ithal ettik. Bunları iç piyasada sattık. İlaç hammaddelerini ilaç fabrikalarına satıyorduk ve karşılığında ilaç alıp daha uygun fiyatlara alıp iç piyasada daha uygun fiyatlara veriyorduk.
Siz aslında tıp doktorusunuz ama mesleğinizi yapmıyorsunuz…
Tıp fakültesine gitmek hedefimdi. Doktor olacaktım ama doktorluk yapmak için değil, faaliyet gösterdiğimiz ilaç sektörünün dilini anlamak için. Askerliğim hariç hiç hekimlik yapmadım, yapmayı da düşünmüyorum. 2000 yılına geldiğimizde ise yeni işler bulma gereği doğdu. Aşı bizim devam eden işimizdi. O zaman yavaş yavaş aşı dışında yaptığımız sanayi ve kimyevi işlerimizi bitirdik. Dünyaya adapte olmak durumundaydık. Uzmanlaşmalıydık.
Şimdi neler yapıyorsunuz, faaliyetleriniz hakkında bilgi verir misiniz? Bundan sonraki hedefleriniz neler?
Ana iş kolumuz aşılar, bu konuda 40 yıllık bir deneyime sahibiz. Bir Hintli firmayla 1994 yılında tanıştık ve bu bizim dönüm noktamız oldu. Sonra güvenlik alanları oluşturmak için cildiye, kadın doğum, pediatri ve aile hekimlerinin yazabildiği bazı ürünlerde de çalışmaya başladık. İhaleyle satılan hastane ilaçları grubunu oluşturduk ve gıda takviyelerine de girdik. Bir de tıbbi cihazlar grubundayız. 2015’te sektörün ilk 40 ilaç firması arasında olacağız. Şu anda ciroda 90, kutu satışında ise 60’ıncı sıradayız. 2011 ciromuz 21 milyon lira. 50 milyonun üzerine çıkmayı planlıyoruz. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, AllWorld Network ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı tarafından, Türkiye’nin en hızlı büyüyen şirketleri tespit etmek üzere yapılan yarışmada 25 finalist arasına girdik. Personel azaltmaya giden sektörümüzde biz kadromuzu sürekli genişletiyoruz.
Türkiye’de sıfırdan ilaç üretimi yok… Neden?
Türkiye’de sıfırdan ilaç geliştirme durumu yok. Ancak hammadde üretimi az da olsa var, büyük kısmı ithal ediliyor. Gelen hammadde formüle edilip ilaç haline getiriliyor. Hindistan ve Çin, ilaç hammaddesi üretimi konusunda çok ileri seviyede. Fiyatlar çok düşük dolayısıyla hammadde üretimi sadece Türkiye’de değil bir çok ülkede cazip değil.
100 dolarlık bir hammaddeyi kendi ülkenizde 200 dolara üretmek cazip olmuyor. Avrupa ve Kuzey Amerika’da da bu böyle. Çok özel ürünleri kendileri üretiyor. Türkiye’de hammadde üretim kapasitesi tabii ki var ama verimli değil.
Türk aşı pazarı ile ilgili neler söylersiniz?
Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı’nın Türkiye Sağlık Sektörü Raporu’na göre Türkiye; Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya’nın ardından Avrupa’daki 6. en büyük ilaç pazarı konumunda. Reçetesiz ilaç pazarının Türkiye’deki mevcut değeri ise 1 milyar doları buluyor. Reçetesiz ilaç satışlarının 2013’e kadar yüzde 17’lik yıllık büyüme oranını yakalayacağı, pazarın 2013 sonuna kadar yaklaşık 1.9 milyar dolara ulaşacağı ve Türkiye’deki toplam ilaç pazarının yüzde 10.5’ini oluşturacağı tahmin ediliyor.
İlaç firmalarının hep çok iyi para kazandığı söylenir…
Eskiden öyleymiş ama artık değil. Öyle büyük kârlar kalmadığı gibi sıkıntılar sınıra dayanmış durumda. Örneğin anlaşma imzaladıktan sonra bir ilacın devir ruhsatını çıkarmak için 6 ay, hatta bazen 2 yıl bekliyorsunuz. Bu da hasta tarafında çok ciddi sıkıntı oluşturuyor. Referans fiyat uygulaması başladı mesela. İlaç fiyatları çok düştü. Milyon dolarlar satan bir ürün, ertesi gün piyasadan kalkıyor. Çok ciddi zarar ediyorsunuz bu ilaçlar elinizde kalıyor ve bunun imhası da ciddi maliyet. Böyle bir durum bizde 2012 yılında 2.5 milyon liralık bir ciro kaybı oluşturdu.
Geçen yıl yaşanan domuz gribi salgınında aşılama konusu çok tartışıldı. Salgın gerçekten o kadar ciddi boyutlarda mıydı?
Domuz gribi gerçekten vardı. Mikroorganizmaların nasıl hareket edeceğini önceden kestiremezsiniz. Bu yüzden konuda çok hassas davranıldı. Salgında milyonlara varan ölüm bekleniyordu. Virüsler kendini korumaya alarak sürekli değişiyor. İnsanın bu değişime adapte olma süreci var, eğer adaptasyon olmazsa hastalanırsınız. Tüm ilaçlar zehirdir, zehiri ilaçtan ayıran şey ise dozudur. Olası risk de metabolizmaya göre değişir. Bir ilaç birine iyi gelirken, bir başkasında reaksiyona neden olabilir hatta ölüme kadar götürebilir. Bu teorik risk milyonda 1’dir ama vardır. 2004-2006 arasında kızamık aşısı kampanyası yapıldı. Biz verdik o aşıyı. Teoride 18 milyon öğrencide 18 ölüm vakası bekleniyordu. Bu risk gerçekleşmedi, bu bir şanstı. 18 milyon çocuğu korumak için olası riski göze almak durumundasınız. Domuz gribi aşısı ise şu anda mevsimlik grip aşısının içine alındı.
“11 yaşında ilaç sektörüyle tanıştım”
İhalelere giriyor, Türkiye’nin aşı ihtiyacını karşılıyorduk. Herşey çok güzeldi. Ta ki, babamın bindiği uçağın 67 yolcusuyla yere çakılmasına kadar… Felaketin ardından annemle beraber işi devraldık. İlaç, 11 yaşında işim olmuştu.
Türkiye yüzde 97 aşılama oranıyla Avrupa birincisi
Ekonomi başta olmak üzere birçok alanda atılım gerçekleştiren Türkiye, önlenebilir hastalıklar ve aşı konusunda da gelişmiş ülkeleri geride bıraktı. Türkiye, Sağlık Bakanlığı’nın 2010 verilerine göre ülke genelinde yüzde 97’ye ulaşan aşılama oranı ile Avrupa birincisi oldu. 2002 yılında 12 milyon TL olan toplam aşılama bütçesi, 2010 yılında 360 milyon TL’ye ulaştı. Aynı şekilde 1995 yılında yüzde 67 olan aşılama oranı 2002 yılında yüzde 78, 2010’da ise yüzde 97 şeklinde gerçekleşti. Oysa hâlâ dünya çocuklarının 4’te 1’i aşısızlık yüzünden hastalıklara yakalanma tehlikesiyle karşı karşıya.
“Babamın geçirdiği uçak kazası dönüm noktamız oldu”
Ankara’nın en büyük 3 ecza deposundan biri bizdik. Türkiye’nin aşı ihtiyacı karşılıyorduk. Herşey çok iyi gidiyordu. Ta ki, 1983 yılına kadar. Babam, 16 Ocak’ta Ankara’ya düşen uçakta yolcuydu. Uçaktaki 67 yolcudan 44’ü hayatını kaybetti. Olay anında uçağın ön tarafında bulunan 7 mürettebatla birlikte 15 yolcu kazadan yaralı olarak kurtulmuştu. Ancak yakıt tankına yakın olan orta ve arka bölümdekiler yaşamını yitirdi. Babam vücudunda 49 kırıkla hayatta kalmayı başardı. Doktorlar babamı baştan yaptılar. Komada kaldı pek çok ameliyat geçirdi. Bu kaza bizim tüm işimizi altüst etti. Bu bizim dönüm noktamızdı. Bazı depolarımız kapattık, zarar etmeye başladık. İflas durumu oldu. İşler durdu…
“Japon tekelini kırdık onlar gitti, pazarın tek hakimi biz olduk”
2000 yılında tarım ilaçlarında zehirlenmelerinde kullanılan bir ilaç var bunu uzun yıllar önce bir Japon firması Türkiye’ye getirmeye başlamış. Üretim belgeside sadece onlarda var. Bir araştırma yaptık ve dünyada iki firma daha bu ürünü ürettiğini bulduk. Onlardan birini Türkiye’ye satış yapmaya ikna ettik. Bu ürün tarım ilaçları zehirlenmelerinde ve kimyasal ilaç zehirlenmelerine karşı kullanılan bir panzehir. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı yetkililerine de bu iki ürünün birbirinin eşdeğeri olduğunu anlattık ve Japonların 10 yıldan fazla sürdürdükleri tekelini kırdık. Tek tedarikçi biz olduk, onlar bıraktılar. Bir ürün vardı… Türkiye’de bu ürünü Bakanlık alır, TSK’ya teslim edermiş. Ama hiç kullanmamışlar bugüne kadar, gerek kalmamış. Savaş durumunda kullanmak üzere düzenli alınıyor süresi dolunca atılıyor yenileri geliyormuş. Bunu ortaya çıkardık. Artık bu ürün yerine kuvvetli antibiyotiklerin olduğu ve bu ürüne ihtiyaç olmadığını belirledik. Böylece gereksiz bir kalemi gider olarak ortadan kaldırmış olduk.