Frost & Sullivan’ın araştırmasına göre Alzheimer hastalığında erken teşhis yöntemleri ile hastalığı modifiye edici ilaçların geliştirilmesi ilaç sektörü açısından büyük önem taşıyor.
2010 yılında Türkiye’de faaliyetlerine başlayan dünyanın önde gelen araştırma ve danışmanlık kuruluşlarından Frost & Sullivan, Türkiye’de hazırladığı başta enerji, otomotiv, savunma ve sağlık olmak üzere çeşitli sektörlerde uzun vadeli pazar öngörülerini de kapsayan raporlarıyla uluslararası şirketlerin ve yatırım fonlarının Türkiye’deki faaliyetlerine yardımcı olmanın yanı sıra farklı sektörlerde birçok Türk firmasına özel araştırma ve danışmanlık hizmetleri vererek iç ve dış pazarlarda büyümelerine yardımcı olmayı sürdürüyor. Bu kapsamda Frost & Sullivan’ın gerçekleştirdiği “Alzheimer Hastalığı, Erken Teşhis ve İlaç Tedavisi” araştırması, Türkiye ilaç sektörünü de yakından ilgilendiriyor.
Alzheimer hastalığında bilimsel konsessüs yok
Frost & Sullivan’ın analizine göre araştırmacılar alzheimer hastalığının altında yatan mekanizmaları ve etiyolojisini anlama konusunda oldukça mesafe katetmiş olsalar da, hastalığın 1906 yılındaki keşfinden bu yana bilim insanları henüz bir fiir birliğine varmak bir yana, ortaya birçok farklı hastalık mekanizması çıkarmış durumda bulunuyorlar. Bu durum günümüzde hâlâ hastalığa karşı etkili bir terapi seçeneği ya da tedavinin geliştirilememe sebebi olarak öne çıkıyor. Bununla birlikte, ufak çaplı hafıza sorunları yaşlılığın genel semptomlarıyla karıştırıldığı için başlangıç safhasında hastalığı teşhis edebilmek hâlâ bir sorun olarak beliriyor. Ayrıca, Hafif Kognitif Bozukluk (MCI) ile ilintili belirti ve semptomları yaşlılığa bağlı hafıza kaybı sorunlarından ayırmak hastalığın teşhis ve tedavisi konusunda güçlük çıkarıyor.
Günümüzde hastalığı yüzde yüz kesinlikte teşhis edebilecek bir test hâlâ bulunmuyor. Frost & Sullivan Türkiye Sağlık Araştırmaları Analisti Hilal Cura’ya göre hastaların değerlendirilmesi süreci; hastanın tıbbi geçmişi, zihinsel durumunun değerlendirilmesi ile fiziki ve laboratuar incelemeleri gibi birçok farklı test ve muayeneyi içeriyor. Hilal Cura bununla birlikte, aile bireyleri ve hekimlerin, hastalığın zamanında ve doğru bir biçimde teşhis edilmesinde önemli bir rol oynadığını belirtiyor. Öte yandan, Alzheimer hastalığı ile ilgili ilaç bileşiklerinin klinik deney aşamasındaki yüksek başarısızlık oranları (neredeyse yüzde 92) ve hastabakıcılar ile hastaların katılımının gerekliliği, Alzheimer tedavisinde kullanılan ilaçların AR-GE çalışmalarını karmaşık, uzun, yüksek maliyetli ve riskli bir süreç haline getiriyor.
Zamanında müdahalenin anahtarı erken teşhis
Frost & Sullivan’a göre hastaların etkin şekilde tedavi edilebilmeleri, yaşam sürelerinin uzatılması, hayat kalitelerinin yükseltilmesi ve bunun sonucunda aileleri ve sağlık sistemi üzerindeki psikolojik ve ekonomik yükün kaldırılabilmesi için hastalığın erken teşhis edilmesi son derece büyük önem taşıyor. Bulgular, Alzheimer hastalarının beyin hücrelerindeki hasarın, hastalık semptomları belirgin hale gelmeden 10-15 yıl öncesinde başladığına işaret ediyor. Bu nedenle hastalığı, ilaç tedavisinin maksimum fayda sağlayacağı başlangıç safhasında teşhis etmek yalnızca hastalığın seyrini yavaşlatmakla kalmayacağı, muhtemelen hastalığın tedavi edilmesini de sağlayacağı belirtiliyor. Hesaplamalara göre hastalığın başlangıcını beş yıl geciktirmek, takip eden birkaç on yıl içerisinde hastalığın görülme sıklığını yüzde 50 oranında azaltabilir. Buna ek olarak, Alzheimer Derneği’nin tahminine göre, böyle bir gelişmenin yıllık sağlık giderlerinde yaratacağı tasarruf miktarının dünya genelinde 50 milyar dolara ulaşabileceği ifade ediliyor.
Yeni geliştirilen teşhis araçları
Frost & Sullivan analistleri, Alzheimer hastalığının teşhis ve tedavisinin beraber yürüdüğünün altını çiziyorlar. Yeni teşhis araçlarının yanı sıra vekil biyo-işaretleyicilerin geliştirilmesi ve onaylanması, hastalığın erken teşhis edilmesini sağlayarak ve düzenli klinik deneylerin planlanması ve sonuçlarına etki ederek Alzheimer hastalığına bir süreden beri olumlu bir etki ediyor.
Beyin hücrelerinin yüzeyinde oluşan beta-amiloid plaklar ve beyin içerisinde oluşan nörofibriler yumaklar (tau proteinleri) Alzheimer hastalığının en önemli iki özelliği olarak öne çıkıyor. Fosforlanmış tau proteinleri ve A-beta 42 peptitlerin Serebrospinal Sıvı (CSF) Analizi gibi birkaç gelişmiş tanı yöntemi ile, Tek Foton Emisyonlu Bilgisayarlı Tomografi (SPECT), florodeoksiglikoz (FDG) görüntüleme ve amiloid Pozitron Emisyonlu Tomografi (PET) taraması gibi işlevsel nörolojik görüntüleme teknikleri, Alzheimer hastalığının ve farklı seyir aşamalarının erken ve doğru teşhisi için laboratuarlarda kapsamlı olarak araştırılıyor. Bunlardan en gelişmişinin, GE Healthcare’in geliştirdiği, radyoaktif işaretçi olarak hastanın beynindeki beta-amiloid plakalara bağlanan bir floresan tiyoflavin olan Pittsburgh-B’yi (PIB) kullanan, ligand bazlı PET görüntüleme tekniği olduğu belirtiliyor. Bu yöntem, sadece plakaların kesin bir biçimde tespit edilmelerini sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda ilaçla tedavi esnasında hastalığın seyrinin takip edilebilmesini de mümkün kılıyor.
Bu nedenden dolayı Cura, söz konusu gelişmelerin sağladığı erken teşhis olanaklarının; klinik deneylerden elde edilen tecrübeyi artırmaları ve eczacılık şirketlerinin doğru pazar bölümlemesi yapmaları ve ilaçları konumlandırmalarını mümkün kılmaları sayesinde ilaç endüstrisinde devrim niteliğinde değişikliklere sebep olmalarına muhtemel gözüyle bakıyor.
Gelecekte tedaviyi modifiye edici ilaçlar şekillendirecek
Halihazırda Alzheimer’ın bir tedavisi bulunmuyor. Mevcut geleneksel ilaç sınıfları (asetilkolinesteraz inhibitörler ve NMDA reseptör antagonistleri) hastalardaki bilişsel fonksiyon kayıplarını gidermek ya da hastalara uzun vadeli faydalar sağlamak yerine yalnızca zihinsel ve bilişsel semptomları gideriyor. Bu nedenle, AR-GE çalışmalarının ana odağını hastalık modifiye edici ilaçlar oluşturuyor ki, bu ilaçların yüksek fiyatlı ilaç grubuna hakim olması ve Alzheimer hastalığı ilaç pazarının büyümesine katkı sağlaması bekleniyor. Daha güvenli ve etkili oldukları ve semptomları hafifletmek yerine hastalığı yavaşlatmayı ya da durdurmayı amaçladıkları için söz konusu yeni ilaç sınıfının mevcut tedavi yöntemlerinin sunamadığı potansiyel faydalar sağlaması bekleniyor. Bununla birlikte, hastalık modifiye edici ilaçların asetilkolinesteraz inhibitörler ve memantin ile birlikte bir tür kombine/kokteyl tedavi içerisinde gittikçe daha çok kullanılarak mevcut ilaçların kullanılması yoluyla ek tasarruf olanakları sağlayacağı düşünülüyor.
Etki mekanizmaları temel alınarak hastalık modifiye edici ilaçlar kabaca 10 farklı sınıfa ayrılıyor. Frost & Sullivan’a göre ilaç geliştiricilerin büyük kısmının beta amiloid üzerine yoğunlaşmaları ilginç bir tablo oluşturuyor. Amiloid sentez inhibitörler ve amiloid plak inhibitörler birlikte pazarın neredeyse yüzde 37,7’lik bir bölümünü oluşturuyor. Bununla birlikte, geliştirilmekte olan bileşiklerin üçte birinin etkileşim mekanizmasının tam olarak tanımlanabilmiş olmaması, hastalığın patolojisinin ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Geliştirilmekte olan hastalık modifiye edici yaklaşık 250 ilaç adayı olsa da, Bapineuzumab (Pfizer/ Johnson & Johnson), Solanezumab (Eli Lilly) ve Gammagard Liquid IVIg (10%) (Baxter Healthcare) III. aşama klinik geliştirme seviyesinde en umut verici üç ilaç olarak öne çıkıyor.
Gelişmelerin genel bir değerlendirilmesi sonucunda Frost & Sullivan Türkiye Sağlık Araştırmaları Analisti Hilal Cura, 2013 sonuna kadar gerçekleşmesi beklenen muhtemel hastalık modifiye edici ilaçların onayı ve piyasaya sürülmesiyle birlikte, Alzheimer hastalığı ilaç pazarının takip eden beş yıl içerisinde, 2018 yılına kadar üçe katlanmasının olası olduğunun altını çiziyor.