Fertler, gruplar ve toplumlar olarak dilimize hâkim olamıyor ve birbirimizle pek anlaşamıyoruz. Dillerimiz fırın küreği gibi. Lâkin, “dil yâresi”ndeki mecâzla, bir türlü gönüllere giremiyoruz.
Bazen de, dil ve söylemler, fillerin eğitiminde olduğu gibi, müşteriler olarak ve toplum olarak sahip olduğumuz büyük gücü kullanmaktan, maksadımıza ulaşmaktan bizleri mahrum edebiliyor.
Yavru filleri kısa bir zincirle ayağından kazığa bağlarlarmış. Adım adım zinciri uzatır, daha geniş bir alanda dolaşmasına izin verirlermiş. Zamanla, koca fil duruma alışır, bebeklikten kalan bir hisle, zincir yerine bir ip, demir kazık yerine bir çıtayla bile zaptedilir hale gelirmiş.
Popüler kültür ve medya da bir aşamadan sonra pek çok alanda “filin ipi” gibi çalışıyor, hepimizi kuşatıyor. Hedeftekilerin pek azı, şayet nasibi de varsa, akılları ve gönülleriyle ipleri koparmayı başarabiliyorlar.
Uzmanlık alanımız, bizi müşterinin diliyle yakından ilgilenmeye, onu anlamaya, onu derinden araştırmaya zorluyor.
Pazarlamada başarı (isterseniz iletişimde deyiniz) kendisinin veya firmasının dilini değil, müşterisinin dilini öne çıkaranlara daha çok yakışıyor.
Genellikle, müşterinin dili firmanın dilinden daha zengin, daha geniş, daha sevecen, daha çekici ve daha renkli oluyor.
Firmalar, kurumlar, istisnalar hariç, kendi dillerinin farkına bile varamıyor. Lafın nereye dokunduğunu kestiremiyorlar.
Nerede kaldı ki, kendi dillerini geri çekip veya ayarlayıp, müşterinin dilini anlamaya, o dilden konuşmaya başlasınlar.
Aslında bunu gerçekleştirmek çok da zor değil. “Kişi dilinin altında gizlidir.” sözü işi özetliyor. Müşteri zaten diyeceğini nasılsa, yeri ve zamanı geldiğinde bir şekilde diyor. Yeter ki, bir dinleyen bulunsun.
Bizler, ne tür bir kurumun veya kuruluşun parçası olursak olalım, dilimize, tarzımıza ve söylemlerimize özen göstermeliyiz.
Sevdiriyor muyuz, yoksa nefret mi saçıyoruz? Davet mi ediyor, yoksa geleni kovup, kaçırıyor muyuz?
Sözlü sözsüz, yazılı görüntülü, açık kapalı, genel özel, bütün iletişimlerimizi gözden geçirelim; yanlış olanları çizelim, silip, atalım. Yerine maksada uygun olanları koyalım.
Hoş, dili ve söylemi tutturabilsek bile, bazen maksadı ve hedefi tutturamayabiliyoruz ya, neyse…
“Doğruyu söylemek için dil, anlamak için gönül gerek.”