Röportaj: Gülçin Coşkan
Türkiye’nin en fazla okumuş adamını sizin için bulduk: Mehmet Görgülü yedi diplomaya sahip. Uzmanlık alanı en zor bölümlerin başında gelen tıp. Bunun dışında ise Sosyoloji, psikoloji, adalet gibi diplomaları var ve hala okumaya araştırmaya yazmaya devam ediyor
Medikal Teknik Dergisi, dünyada ve Türkiye’de sıradışı başarılara imza atan değerleri sizin için bulmaya devam ediyor:
Keyifli Okumalar.
‘Biz doktorlar, dünyanın en zor mesleğini yapıyoruz fakat hiçbir korumamız yok en ağır eğitimi biz alırız ama hiçbir savunmamız yok’
Ne silahımız vardır, ne de hukuken bir korumamız..Avukatın hakimin savcının var, olmasın demiyorum, ama biz onlardan daha ağır eğitim alıyoruz; çok ağırdır bizim eğitimimiz dünyanın en ağır eğitimidir, ama bu derece büyük eğitimden geçmiş olan biz doktorlar savunmasızız. O yüzden herkes bize rahatça saldırabiliyor. Dayak yeriz, küfürler, tehditler. Zaten küfre alışığız, tehditlere alışığız. Öldürülen meslektaşlarımın yanı sıra, bu mesleğin ağırlığına dayanamayıp intihar eden meslektaşlarım da var ne yazık ki!
Merhaba demeden önce Mehmet beyden duyduklarım! Bu konuda haklı sitemleri var.. Şimdi röportajımıza başlayalım:
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Ben Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunuyum. Sonra, Trabzon Numune Hastanesi’nde mecburi hizmet yaptım. Biliyorsunuz Tıp Fakültesini bitirmek diploma almak bu iş için yeterli değil. Hiç bir meslekte olmayan bir şey var, mecburi hizmet yapıyoruz, ondan sonra diplomamızı alıyoruz. Daha sonra Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Genel Cerrahi alanında uzmanlık eğitimimi tamamladıktan sonra Almanya’ya gittim. Döndükten sonra özel hastanelerde çalışmaya başladım. Ben okumayı ve araştırmayı çok seviyorum. Bu amaçla ne yapabilirim diye düşünürken insanın biyolojik tarihini öğrenmek arzusu oluştu. Bu amaçla önce İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne gittim ve orada eski insan kemiklerini incelemeye başladım. Bu arada Açıktan Kamu Yönetimi bölümünü okudum. Daha sonra İstanbul Üniversitesi, Adli Tıp Enstitüsü’nde Adli Bilimler doktorasına başladım. Yenikapı Marmaray’da yürütülen kazı çalışmasına dahil oldum. Buradan çıkan Bizanslılara ait iskeletlerin kimliklendirilmesi çalışması tezimi hazırlayıp sundum ve doktoramı tamamladım. Daha sonra açıktan Sosyoloji okudum ve bu arada İstanbul Aydın Üniversitesi’nde öğretim üyeliği görevim başladı. Öğretim üyeliği görevini sürdürürken açıktan Adalet okudum ve Psikoloji alanında Mater yaptım. Bu çalışmaları yaparken ülkemizin beş bölgesinde kazılarda Adli Antropolog olarak çalışmaya başladım. Bu kazılarda insan iskeletlerini incelemekteyim. Şu anda İstanbul Altınbaş Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktayım.
Tıp mesleğinin zorlu yanları nelerdir?
Tıp mesleğinin kendi içerisinde oldukça sıkıntılı yanları vardır. Gittiğiniz yere güzel hayallerle gidersiniz, insanlara faydalı olmak istersiniz ama her zaman öyle olmaz bu durum. Zorlu yanlarını kaldıramayan pek çok meslektaşımın intihar ettiğini üzülerek söylemek istiyorum.
Tıp eğitimi dünyanın en ağır eğitimdir. Bu yüzden mi bilmiyorum, bazı insanlar bizi Yarı Tanrı vasfına koyuyor, mucize bekliyorlar bizde sonuçta insanız. Sahip olduğumuz bilgi ve donanımla, tıbbın bize verdiği imkanlarla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Hastaları tedavi ediyoruz ancak bazen tedavi istediğimiz gibi gitmiyor, bu durumda da suçlu biz oluyoruz. Sonuçta dayak yiyoruz, saldırıya uğruyoruz, öldürülüyoruz ve sık sık hakaretlere maruz kalıyoruz.
Dünyada bir ilki düşünmek ve alışık olanın dışına çıkmak diyince; Türkiye’de akla gelen ilk isimsiniz. Antik DNA Araştırma Merkezi kuruyorsunuz. Bunu kurmaktaki amacınız nedir?
Yakın zamanda İstanbul Altınbaş Üniversitesi’nde Antik DNA Araştırma ve Uygulama Merkezini kuracağız. Çalışmalarımı bu merkez üzerinden devam edeceğim. Çalışmalarımızdaki amacımız, kazılarda çıkan insan iskeletlerinin DNA’larını elde etmek ve edineceğimiz bazı sonuçları günümüz insanlarının DNA’ları ile karşılaştırmak. Bu da bizi insanın ve hastalıkların değişim ve dönüşümleri konusunda aydınlatacak, belki de farklı tedavi yöntemleri geliştirebileceğiz.
İçinde bulunduğumuz geniş bir coğrafyada buna benzer bir merkez yok ve ilk defa Antik DNA merkezi açıyoruz.
Amacımız;
- İnsan nasıl insan oldu?
- Anne soylarının nerden geldiğini ortaya çıkartmak
- Geçmişte ne gibi hastalıklar vardı, onların genleri nasıldı?
- DNA’dan elde ettiğimiz bazı özellikleri kullanmak.
- Hastalıkların altında ne gibi genetik değişiklikler yatıyor.
- Bu ve benzeri amaçlarla elde edeceğimiz sonuçları, günümüz insanlarından elde edeceğimiz sonuçlarla karşılaştırıp, insanın ve hastalıkların değişim ve dönüşümlerini ortaya koymaya çalışacağız. Bunun sonucu belki değişik tedavi yöntemleri de geliştirebileceğiz.
Türkiye’de kimsenin bilmediği bir başarıya imza attınız? Bunu bizimle paylaşır mısınız?
National Geographic tarafından yürütülen Genographic projesinin Anadolu sorumluluğu aldım. Bu proje haplogrup üzerinden insanın iki yüz(200) bin yıllık genetik yolculuğunu araştırmakta. Bu projede sayesinde bilgi birikimimiz arttı. Örneğin bir gün bana Doğu Anadolu’dan bir yerden bir parmak kemikleri geldi. Bu kemiklerin kökeninin araştırılması istendi. Biz o dönemde henüz bu testleri yapamıyorduk. Genographic projesi sayesinde tanıdığımız ve birlikte çalıştığımız Avustralya’da bir merkeze gönderdik. Sonucu aldığımızda bu kişinin Avrupa kökenli olduğu ortaya çıktı. Bu proje sayesinde biz bilgi birikimimizi arttırmaya başladık. Sonra dedik ki biz burada yapamaz mıyız? Tabi arkamızda destek yok, amatör bir ruhla çalışıyoruz. Sonra bir ofis ayarladım ve orayı laboratuar haline getirmeye çalıştık, uygun hale getirmek için bayağı uğraştık. DNA bulaşma riskini minimuma indirmeye çalıştık. Küçük bir ultraviyole cihazımda aletleri bulaşmış DNA açısından sterilize ettik. Bu aletler yardımı ile kemik tozları elde ettik. Sonra bu tozları bir özel laboratuar Mitokondrial DNA açısından çalıştı ve elde ettiği sonuçları bize verdi. Böylece Yenikapı kazısından elde ettiğimiz Bizanslılara ait iskeletleri yirmi (20) tanesinin Mitokondrial DNA haplogruplarını dolayısıyla da anne soylarının nereye dayandığını ortaya çıkardık. Bu ülkemizde yaptığımız ilk çalışma olması açısından iyi bir başarıydı. Fakat bizim bu sonucu teyit etmemiz gerekiyordu. Daha sonra bu sonuçları İstanbul Üniversitesi Tıbbi Genetik Ana Bilim dalının yardımı ile teyit etmeyi başardık. Bu sonuçları yayına hazırlıyoruz. Şimdi İstanbul Altınbaş Üniversitesi’nde kurmak üzere olduğumuz Antik DNA Araştırma ve Uygulama Merkezinin çatısı altında bu çalışmaları sürdürme kararı aldık.
Bu kadar donanımlı olmanız dolayısıyla, sıradan insanlarla ve sıradan dünya ile aranız nasıl şeklinde bir soru soracak olursam neler söylemek istersiniz?
Hiçbir zaman kendini beğenmişlik duygusunu tanımadım. Ben aristokrat bir aile çocuğu, kolej çocuğu değilim, üniversiteye hazırlanırken dershaneye falan gitmedim, ailem ekonomik olarak iyi bir düzeyde değildi. Ben ortaokula başladıktan sonra üniversite sınavına girdiğim yaz tatili dahil, her yaz tatilinde çeşitli işlerde çalıştım. Bu işlerden biri, iplikten yumak yapan bir makinede çalışmak idi. Bu makinede çalışırken az daha sağ kolumu kaybediyordum. Yaşamış olduğum hayatın şartları, öyle kendini beğenmişlik gibi bir duyguyu tanımaya uygun değildi. Yani böyle bir duyguyu hissedecek çocukluğum ve gençliğim olmadı. Şimdi sorunuzun asıl cevabına gelecek olursak; Türkiye’de benim kadar okumuş başka bir örnek yok, ama bu diğer insanlara farklı bakıyor olmama sebep değil. Çocukken neysem, şimdide oyum. Bunu çevrem söylüyor. Ben, herhangi bir okul mezunu olmayan birisi ile de sohbet ettiğimde keyif alan birisiyim. Asla insan ayrımı yapmadım ve yapmam da. Onu yapan insan da eksik bir şeyler var demektir. İnsanın mütevazi olması bir şey kaybettirmez, aksine kazandırır. Sonuçta benim sıradan bir hayatım oldu ve kendimi sıradan bir insan gibi hissediyorum.
Bu çalışmaları yaparken destek aldığınız yerler oldu mu?
Yaptığım çalışmalar da arkamda hiçbir güç yoktu, hepsini kendi çabamla yaptım bu yüzden kimseye göbek bağım yok. Devlette doktor olarak çalışırken, bizi aşağılamak için şu sözleri çok duyardım‘benim vergimden maaş alıyorsun, bana bakmak zorundasın’. İyi de benim işim doktorluk ve ben hastaya zaten bakmak zorundayım. Bunun bana hatırlatılmasına gerek yok.Yaptığım çalışmalarda bu ve benzeri sözleri, kimse bana söyleyemez, çünkü ben her şeyi kendi çabamla yaptım. Kendi aracımla kazılara gittim. Çalışmalarımda masraflarımı kendi cebimden karşıladım. Bu arada hiçbir devlet kurumunda, üniversitede çalışmıyorum. Özel hastanelerde ve kliniklerde çalışırken bu işleri ve eğitimi yaptım. Hiçbir kurum ve kuruluş bana destek olmadı. Ama ülkemi seviyorum ülkeme faydalı olmak beni mutlu ediyor. Ülkemin kültür mirasına faydalı olmak beni mutlu ediyor. Ama yaptığım şey gerçekten kolay bir şey değil; çok ciddi emek, özveri ve çaba gerektiriyor. Fakat ben; işimi sevdiğim için zevkle yapıyorum. Ama ülkemizde ne yazık ki, aktif olarak hem okuyan hem de bilim üzerine çalışan çok az kişi var.
Bazı bilim insanlarının sıradışı çalışmaları, bazı çevrelerce anlaşılmıyor. Sizce bunun nedeni nedir?
Bilimle yoğrulmamış akıl bilimden anlamaz kendi dogma ve inançlarıyla yıkanmış olan akıl, farklı bir bilimsel bulgu ortaya konduğunda onu reddetmeye yatkındır.Çünkü dogma ve inançlarla yıkanmış beyin o inandıklarının dışında karşıt bir şey ortaya geldiğinde, ya onu kabul edecek ya da reddedecektir. Peki kabul ederse ne olur? O ana kadar inandığı o inanç üzerine şekillendirdiği paradigma çöker. Bir beynin, yıllarca oluşturduğu bir paradigmanın çökmesine dayanması ve tahammül göstermesi çok zordur. Psikolojinin ilkel savunma mekanizmalarından biri olan reddetme yoluna gider. Hatta doğru olduğunu anlasa bile reddeder. Bu doğru değil, bunu söyleyen kafir, dinsiz, vatan haini gibi etiketlemeler yapar. Bu etiketlemedir, sosyolojik etiketlemedir, yaftalamadır, başka şansı yok çünkü.
Daha iyi bir dünya sizce nasıl olmalı?
Her ülkenin kendine göre bir eğitim sistemi vardır. Yani herkes bir şekilde eğitim alıyor. Ama önemli olan şudur: Alınan eğitimin niteliği nasıl? Eğitimde ileri seviyede olan ülkelerdir, dünyayı yönetenler. Tarihte de böyle olmuştur. Bilgi kimin elindeyse, güç onda olmuştur. Günümüzde de baskın ülkelere baktığımızda, yüksek nitelikli eğitim uygulamaktadır. Böylece elde ettikleri bilgi ile dünyaya hükmetmektedirler. Soran, sorgulayan, araştıran bir eğitim sistemi olmazsa, o ülkenin kalkınması çok zordur, eğitim seviyesi yüksek ülkelerce sömürülmeye ve kullanılmaya mahkumdur. Nasıl sanat, sanat içinse, bilim de bilim için olmalıdır. Her türlü siyasi yapının dışında, bağımsız bir karaktere sahip olmalıdır. Aksi halde o ülkenin çocuk ve gençleri nitelikli olamazlar.
Bilgi kimin elindeyse, hükümdar odur.
Hüseyin Altınbaş kimdir?
Gaziantep’in Araban ilçesinde 1967 yılında ailesinin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelen Hüseyin Altınbaş, aile şirketi olan Altınbaş Holding’in sahiplerinden biridir. Hüseyin Altınbaş, kardeşleri Ali, Vakkas, İmam, Sofu ve Nusretle birlikte Holding’in yönetim kadrosunda yer alıyor.
Hüseyin Altınbaş, iş yaşamında Altınbaş Holding Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği, Ukrayna’nın ilk Türk bankası olan Creditwest Ukrayna’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı, Vega Okulları Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevini sürdürüyor.
Bir dönem Göztepe Spor Kulübü başkanlığını da yapan Altınbaş, evli ve 3 çocuk babasıdır.
#mehmetgorgulu, #biliminsanı, #röportaj, #teknoloji, #güncel #manşet,#gülçincoşkan, #huseyin #altinbas #huseyinaltinbas #altinbasholding